10.11.10

Ebru malzemelerim

Tam temizliğe başlayacaktım ama önce yazımı yazayım sonra başlarım dedim. Zaten ne zaman temizlik yapmaya niyetlensem hep aklıma bir şeyler gelir.
Neyse beni bu kadar hevesle yazmaya iten neden ise ebru malzemelerimin gelmesi. Ne mutlu bana ki ben de artık evde ebru teknesi açıp, saatlerce çalışabilecek ve kendimi ilerletebileceğim. Bu konuda biraz fazla heyecanlıyım sanırım.
Malzemeleri tanıtmak gerekirse; enalttaki plastik tekne 35X50 ebatlarında, fırçalar gül dalı ve at kılından hocamla beraber sardık. Uzun şişedeki sığır ödü, boyanın çözünürlüğünü arttırmaya yarıyor. Mavi olanlar spatulalar, 4 adet farklı boyutlarda. Onun solundakiler boyalar, ilk başta sadece ana renkler olan mavi, sarı, kırmızı, elde edemeyeceğim siyah ve beyaz, ve son olarakta çok kullanmayı planladığım oksit yeşil renklerinden almayı tercih ettim. Kenardaki siyah olan at kılı. Ortada biz takımı ve poşetteki bej renkli olan da kıvamlaştırıcı.

8.11.10

Yirmilik dişim yaktın beni!

Şu an dudaklarımın, dilimin, yanağımın ve çenemin yarısını hissetmiyorum. Sürekli ağzımda kan birikiyor ve kanama durmuyor. Evde tek başımayım, şaka maka kan kaybından bayılırsam diye korkuyorum. Zaten ben herşeyin en kötüsünü düşünürüm.
Beş gün önce başlayan diş ağrım nedeniyle yine beş gün önce akşam vakti, önce diş röntgencisinin daha sonra da dişçinin yolunu tuttuk. İlaç verdi, eğer düzenli kullanırsam  pazartesi gel çekelim dedi. Tamam dedim ve hayatımda bir ilacı bu kadar düzenli kullanmaya (iki kere almayı unuttum ya neyse düzenli işte) başladım. Ve bugün -kara pazartesi- geldi çattı. Üstüne üstlük muayene saatinde -yani 15'te- kendimi muayenehanede buluverdim. Ama nasıl korkuyorum anlatamam.
Geçtik odaya hangi dişini çekelim seni hangisi en çok rahatsız ediyor diye sordu. Can alıcı soru buydu ve ben altıüstü 4 tane olan 20'lik dişlerimden birini seçip de işte bunu çekin diyemedim. Bekliyorum o mu olsun yoksa bu mu diye? Nerdeyse diyeceğim ki ben karar veremedim hangisi olduğuna, bu akşam düşüneyim yarın geleyim, siz de o zaman çekersiniz. Ama bu saçmalığı yapmak biraz fazla saçma geldiği için -az saçma gelseydi mutlaka yapardım- doktorunda yardımıyla, sağ alttakine karar verdik. doktor vazgeçmemden mi korktu nedir anında sıktı fısfısı ve hemen iğneyi yaptı. 20 dakika bekledik ama tam uyuşma oldu (bağışıklıda değilim acaba neden olmadı). Doktor hemen bir iğne daha yaptı. Daha o yapar yapmaz iğneyi dudaklarım uyuştu ve dudakların uyuştu mu sorusuna da ancak "hı hı" diye cevap vermek zorunda kaldım. Çekme işlemi sadece 5 dakika sürdü. Dişim artık yoktu yani. Çıktım eve geldim, konuşamadığım için bir sonraki randevu saatini de işaret diliyle yaptık; perşembe 18:00.
Hala kanamam durmadı. Bunu yazdıktan sonra bu sayfayı açıp bırakıcam. Eğer ben kan kaybından bayıldığımda birisi eve gelirse nedenini anlar ve beni hastaneye yetistirir. Eğer o kişi geç kalırsa (söz konusu kişi eşim olur) bu da son yazım olsun.

14.10.10

İnci ve Yaratıcılık

Bir gün okyanusun derinliklerinde yaşayan bir midyenin içine bir kum tanesi kaçmış, rahatsız etmiş midyeyi. Ne yaparsa yapsın bir türlü dışarı atamıyormuş o ufacık minicik kum tanesini. Düşünmüş bu kum tanesiyle nasıl yaşarım diye ve kum tanesinin çevrisini sırrıyla kaplamaya karar vermiş. Her gün, her dakika, her saniye, an be an hiç durmadan çalışmış, sırrıyla kaplamış kum tanesini. Kum tanesi sırlandıkça büyümeye, büyüdükçe güzelleşmeye başlamış. Midye farkında değilmiş bu değişimin, güzelleşmenin. Tek istediği biraz rahat nefes alabilmekmiş. Gel zaman git zaman midye ölüvermiş ve içindeki inciyi insanlar bulmuşlar, midyeyi de bir köşeye atmışlar inciyi başlarına taç etmişler.

Biz insanların içine de bazen biçimsiz, şekilsiz minicik kum taneleri, yaratıcılık tohumları kaçar; kaçar da kıvrandırır rahat bırakmaz. Sol tarafına kalbinin biraz altına yerleşir, bazen de mide civarına. Artık rahat oturamaz, uyuyamaz olur insan. O zaman o da içine kaçan kum tanesini işlemeye ve ona şekil vermeye başlar. Biraz rahat nefes alabilmek uğruna günlerce çalışır ve sırrıyla kaplar tohumu. Nihayet "inci" meydana geldiğinde bu sefer onu dışarı çıkarmak başkalarına da gösterme telaşı belirir. Ancak kolay değildir başklarıyla paylaşmak o inciyi, eseri. Ne de olsa her zerresinde nefesi var sanatçının, kıskanır sakınır elbet başkalarından, ama yine de gün ışığına çkarır ve insanın beğenisine sunar, köşeye atılmamak dileğiyle.

17.9.10

Doğal Sabunlar

El yapımı olan her şeye karşı bir zaafım var. El yapımı bardakları paşabahçede ilk gördüğümde almak için karşı konulmaz bir istek duymuştum ancak beni paramın olmaması engellemişti, ama evlenince evime mutlaka bu bardaklardan alacağım demiştim (inşallah yakın zamanda alırım). 

Daha sonra arkadaşlarımla çıktığım uludağ yolunda ilk teleferikten inince ikinci teleferiği beklerken bir dükkana girdik, orada gördüğüm sunta üzerine yakılarak çizilmiş manzaralar beni can evimden vurdular. Bende yakın zamanda gideceğimizi düşündüğüm, nişanlımın yeni evli arkadaşının evine harika bir hediye olur dedim ve yukarıdaki Ortaköy'ü almaya karar verdim. Ancak beni bu şekilde kandıran zaafım bana biraz daha baskı yaparak bu senin evine, kütüphaneye ne kadar yakışır dedi ve ben de onu doğrulayıp, "evet ona da başka hediye alırım" dedim. O arkadaşına hala gidemedik zaten.

El yapımı, benim için çok önemli olan bir diğer ürün ise doğal sabunlar. Bu sabunları alışveriş merkezlerinin ortasına kurulan stantlarda görmüştüm ilk kez sadece kokusu bile beni yolumdan döndürmüştü, ama o gün almamıştım. Daha sonra arkadaşlarımla birlikte gittiğimizde bu kez onların ilgisini çekmişti, nedeni ise kurtulunamayan siyah noktalar. Satıcı kız onlara domates&fesleğen önermişti denemeleri için de 20g almalarını söyledi. Sıra bana gelince bana baktı ve ihtiyacımın olmadığını söyledi, bende sırf o sabunlardan almak için (o günlerde ya sorunum yoktu ya da aklıma gelmemişti) kardeşim içim dedim ve bende 20 g aldım. (Böyle zamanlarda kardeş sevgisi işe yarıyormuş). Ankara'ya götürdüğümde kardeşim kullandı ve çok beğendiğini gerçekten işe yaradığını söyleyince bende arada bir kullandım, siyah nokta tedavisi için bir şey diyemem ama cildi yumuşattığı kesindi.
 
Bir sene sonra aynı alışveriş merkezine nişanlımla sinemaya gitmek için tekrar gittim ve yine sabunları görünce dayanamayıp almak istedim ve bu seferde nişanlımın siyah noktalarını bahane ettim. Domates ve fesleğen kalmadığı için zeytin meyvesi aldım ve yine onun saçlarının çok zayıf olduğunu söyleyip bir de maydanoz&ısırgan aldım. Evlendikten sonra bende kullandım ikisi de cildi çok yumuşak yapıyor ve maydanoz&ısırgan saçlara parlaklık veriyor. İlk defa, aldığım bir ürünün bu kadar çabuk etki gösterdiğine tanık oldum. 

Bunların yanında selülit, çatlaklar, mantar gibi sorunlar için de sabunlar mevcut. Bu sabunları yapan firma katı parfümler, banyo sütleri, masaj yağları gibi ürünlerin de olduğunu sitelerini inceleyince fark ettim.



16.9.10

İstanbul

Orhan Pamuk'un -biraz geç olsa da- son okuduğum kitabı İstanbul'du. Hatta açık konuşmak gerekirse ilk bitirebildiğim kitabı da diyebilirim. Resimli kitaplara hala ilgim var anlaşılan.


Yeni hayat kitabını çok büyük bir hevesle kütüphanede elime almıştım 2 ay önce ve sabırsızlanarak daha çıkar çıkmaz, yolda okumaya başlamıştım. Ancak o dönem sık yaşadığım düğün öncesi stresten midir bilmem ama bana yoğun anlatımı ve karamsar havasıyla biraz boğucu gelmişti. Ben de kendimi çok sıkmayarak yarım bırakmıştım, umarım tekrar okurum.Kara kitap ise -çok sevmiş olmama rağmen- yine kütüphane kitabı olduğu için Bursa'ya giderken Ankara'da bırakmak zorunda kaldım. En severek okuduğum Cevdet bey ve oğulları ise bir ödev projesine kurban gitti ve soğuk bir makina elemanları kitabı alabilmek için üniversite kütüphanesinde iade edildi (bizim okulda kütüphaneden aynı anda sadece 2 kitap alma hakkı veriyorlar, bence öğrenci haklarına aykırı).
Şu an evde yapacak bir işim olmaması ve okulumun da olmaması kitabı bitirmemde öncelikli nedenler belki ama siyah-beyaz İstanbul resimlerinin çekiciliği, İstanbul yazarları hakkındaki bilgilerin çeşitliliği (yerli ve yabancı) ve eğlenceli bir şekilde anlatılan çocukluk anılarıyla beni kendine bağladı diyebilirim. Her ne kadar fakirleşen ülkeden, köhne sokaklardan sıkça bahsetse de bende kötümserlik tadı bırakmadı, ancak şehrin hüzünlü havasını biraz içime çektirdi. Yıllar önce geldiğim İstanbul'da neden sebepsiz yere zaman zaman ağladığımı biraz olsun anlattı bana.